8bproje
  KURTULUŞ SAVAŞI SONRASI EKONOMİK DURUM
 
HOŞ GELDİNİZ
19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında katıldığı savaşlar sonucunda çok zayıflayan Osmanlı Devleti, son günlerinde ekonomik yönden çökmüş bir ülke görünümünde idi.
Savaşların finansmanında iç kaynaklar yetersiz kalmış ve yüksek miktarda borçlanmaya girilmişti. Ülkenin ekonomisi, insan gücü, sanayi, tarım, dış borçlar, ulaşım, milli üretim gibi her açıdan perişan bir durumda idi.
Onlarca yıldır süren savaşlar sonrası, bir çok işyeri kapanmış, üretken erkek nüfusu azalmış, çocuk ve yetişkin ölümlerinde artışlar olmuş, aileler parçalanmış, göçler nedeniyle işsizlik had safhaya varmıştı.
Mevcut kaynaklar önemli ölçüde ordunun emrine verilmiş ve savaşlar sonucunda bu kaynaklarda tükenmişti.
Birinci Dünya Savaşı sonlarında Anadolu’da sanayi adına sadece iki tane askeri amaçlı fabrika ve 282 adet küçük çaplı atölye bulunmakta idi.
23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, üç yıl süren Kurtuluş Savası’nda çok büyük ekonomik sıkıntılar içinde kalmıştı.
Osmanlı’nın son döneminde çok kötü olan bu ekonomik ortamda sınırlı kaynaklarla bir bağımsızlık savaşı verilmişti.
Yeni hükümetin ilk mali ve ekonomik sıkıntıları Kongrelerin finanse edilmesi ile başlamış ve daha sonra ağırlaşarak sürmüştür.
TBMM açıldığında parasal kaynaklar çok sınırlı idi ve dışarıdan gelen yardımlarda oldukça yetersizdi.
Eldeki kaynaklar, savaş ihtiyaçları karşılanmaya harcanmıştı ve her türlü savaş malzemesi ihtiyacı halkın katkıları ile sağlanmıştı.
1920-1922 arasında Kurtuluş Savaşı içindeki yeni hükümetin ekonomik politikalar üretmesi ve kalkınmaya yönelik adımlar atması olanaksızdı.
Kurtuluş savaşı kazanıldığı yıllarda ise, Türkiye tüm kaynaklar tükenmiş, sanayisi olmayan, tarım alanında çok geri yoksul bir ülke görünümünde idi.
Mevcut işletmelerin çoğu yabancıların elindeydi ve bu yabancı sermaye sahipleri Türkiye’yi terk ediyorlardı.
Türkiye’nin şeker, kumaş gibi temel ihtiyaç maddelerinin pek çoğu yurt dışından geliyordu.
İzmir İktisat Kongresi
Ülkenin olumsuz ekonomik ortamı nedeni ile daha Cumhuriyet ilan edilmeden yeni hükümetin ekonomi programını belirlemek için 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de İktisat kongresi’ni tertip eden Gazi Mustafa Kemal, açılış konuşmasında; Birinci İktisat Kongresinde çiftçi, sanayici, tüccar, işçi temsilcilerinden oluşan 1135 delegenin ortak çalışmaları sonucunda “Misak-ı İktisadi Esasları” belirlenmişti. Her kesimden insanın sorunlarının ortaya konduğu ve çözüm yollarının arandığı bu kongrede alınan kararlarda ülkenin siyasi bağımsızlığının iktisadi bağımsızlıkla güçlendirilmesi ve Türk girişimciliğinin geliştirilmesi hedefliyordu. Kongrede genelde liberal politikaların temelleri benimsenmişti. Nitekim, Cumhuriyetin ilk beş yılındaki uygulamalar da kongrede alınan kararlar yönündeydi.
1. Dünya Savaşı ardından dünyada yeni dengelerin oluşmaya başladığı bir ortamda toplanan İzmir İktisat Kongresi, daha çok içerdeki dengeleri kurmaya ve ülkenin iktisadi alt yapısını oluşturmaya yönelik olarak düzenlenmiştir. Nitekim, Lozan Antlaşmasının iktisadi hükümleri de yeni Cumhuriyet’i bağlayıcı hükümler içermekteydi.
Lozan Antlaşmasının eki olan ticaret sözleşmesi dışa açık politikaların benimsenmesini istemekte; Osmanlı gümrük tarifelerinin bir müddet daha yürürlükte kalmasını ve yeni yasaklar getirilmemesini öngörmekteydi.
Bu nedenle, 1929 yılına kadar gümrük tarifelerinde artışlar yapılamamıştır. Ayrıca, yeni hükümet, Osmanlı Devleti’nde “Duyun-u Umumiye” devralmak zorunda kalmıştır.1928’de Türkiye Cumhuriyeti ile Düyun-u Umumiye alacaklıları arasında bir sözleşme imzalanmıştır.
29 Ekim 1923’de Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi. Mustafa Kemal, yeni cumhuriyeti kurduğu yıllarda verdiği bir demecinde “…Türkiye devleti, temellerini süngü ile değil, süngünün dahi istinat ettiği iktisadiyat ile kuracaktır… Yeni Türkiye devleti bir devlet-i iktisadiye olacaktır” sözleri ile, sosyal ve kültürel devrimlerin yanında ekonomik devrimlerin de yapılması gerektiğini ortaya koymuştur Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş medeniyetler seviyesine yükseltebilmek için ekonomiye mutlaka birinci derecede önem vermek gerektiğinin farkında idi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk bütçesi, 1 Mart 1924’de120 milyon Lira olarak yürürlüğe girmiştir.3 Ağustos 1924’de “Türkiye Cumhuriyeti” sözcükleri ile 10 kuruşluk ilk madeni para basılmıştır. “Türkiye Cumhuriyeti” sözcükleri ile basılan ilk altın para ise 5 Ekim 1925’de basılan 5 Lira’dır. 1924 yılında 1 Amerikan Doları 167 Kuruş ve 1 Batı Alman Markı 44 Kuruş idi.
Tarım Alanında Yapılan Çalışmalar 1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımında Cumhuriyetin nüfusunun 13.648.000 kişi olduğu belirlenmiştir. Genel nüfusun % 47,71’ini çiftçiler (4.368.061%) 3,7’sini sanatkarlar (299.000) ve % 2,8’ini de tüccarlar (257.000) teşkil ediyordu. Buda göstermektedir ki, Cumhuriyetin ilk yıllarında tarımın ekonomideki yeri oldukça büyüktü.
Bundan dolayı, Mustafa Kemal 1 Mart 1922’de TBMM’nin açılış konuşmasında “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, mutluluk ve servete hak kazanmış ve layik olan köylüdür.” Sözleri ile tarım sektörüne verdiği değeri göstermiştir.
Tarım alanındaki reformların en önemlisi, mahsulünün onda birini vergi olarak ödemesi demek olan asar vergisinin 1925 yılında kaldırılmasıdır Ayrıca, 1925’te çıkarılan bir kanunla köylülere bedelini yirmi yılda ödemek üzere toprak dağıtılmıştır.
1926 yılında çıkan bir yasa ile de tarım işlerinde kullanılacak hayvanların azalması nedeniyle bu beygirgücü kaybı yerine zirai araçlar ve makineler kullanımını arttırmak için teşvikler ve istisnalar uygulandı. Ziraat Bankası, küçük çiftçilere kredi kolaylıkları tanımakla ve faiz haddini düşürmekle yararlı hizmetler yaptı. Kurulan yeni çiftliklerde modern tarım yöntemleri uygulanarak çiftçilere örnek olundu. 1924’te Zirai Birlikler ve Zirai Kredi Kooperatifleri yasaları çıkarıldı. Tarım Kredi Kooperatifleri, Ziraat Okulları ve Yüksek Ziraat Enstitüsü açıldı.
Ulaştırma Alanında Yapılan Çalışmalar Atatürk ulaştırma sektörüne özel önem vermiş ve özellikle demiryollarının geliştirilmesi için çalışmalarda bulunmuştur. Mustafa Kemal Atatürk “Bütün vatan bir demir kitle haline gelecektir. Demiryolları memleketin tüfekten, toptan daha önemli bir güvenlik silahıdır. Demiryolları Türk milletinin refah ve uygarlık yollarıdır.” sözleri ile demiryollarına verdiği önemi ortaya koymuştur.
Ulaşım ağının kurulması ekonomik ve askeri açıdan çok önemli idi. Cumhuriyetin kuruluşu ile Osmanlı döneminde yabancı şirketlerin yönetiminde bulunan demiryolları devletleştirilmiş ve bir yandan da yeni demiryollarının yapımına önem verilmiştir. Bu amaçla, 1924’de Anadolu demiryollarının devletleştirilmesi hakkındaki kanun kabul edilmiştir.
Bu kanun uyarınca, sırası ile Haydarpaşa-Eskişehir-Konya-Yenice-Mersin hattı (1928), Haydarpaşa Limanı ve Mersin- Adana hattı (1929), Mudanya-Bursa hattı (1931), Kütahya-Balıkesir hattı (1932), Samsun-Çarşamba hattı (1933), Adana-Fevzipaşa hattı (1933), Menemen-Bandırma-Manisa hattı (1934), Basmahane-Afyon hattı (1934), Aydın- Eğirdir hattı (1935), Şark Demiryolları-Sirkeci-Edirne hattı (1937) ve Fevzipaşa-Hudut, Toprakkale-İskenderun Hattı (1937) satın alınma yolu ile devletleştirilmiştir.
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol